Elektrikli Ulaşımda Türkiye’yi Bekleyen Tehdit ve Fırsatlar
Çok geriye gitmeye gerek yok.
2015 yılı Eylül ayında Dünya Gazetesi‘nde çıkan makalemde, CO2 Vergisinin Elektrikli Araçlara Yarayacağına vurgu yapmıştım. Neydi bu CO2 vergisi ve Elektrikli Araçlar ile ne alakası vardı?
O yazıdan hemen önce, Volkswagen Grubu’nun bazı dizel modellerindeki emisyon oranlarının , yani CO2 salımlarının olması gerekenden neredeyse 40 kat daha yüksek olduğu ortaya çıkmış ve önce ABD pazarında sonra da AB kurumlarında, Volkswagen ile ilgili davalar birbiri ardına açılmaya başlanmıştı. Krizin nedenleri ve nasıllarını sorgulamaya başladığımızda, olayın arka planında çok daha büyük ve idare edilmesinin de pek mümkün olmadığı, küresel boyutlarının da olduğunu farketmiştik.
Krizin kalbinde her ne kadar VW markası görünüyor olsa da, emisyon oranlarının düşük çıkmasını sağlayan teknolojinin arkasında VW Grubu değil, teknoloji firması bulunuyordu. Dolayısıyla bu teknolojiyi de sadece tek bir firma satın almış olamazdı. Zaten daha 1 yıl geçmeden, Renault ve FCA(FiatChrysler) gibi markaların da adı, bu kriz ile anılmaya başlandı. Bu yıl bitmeden de en az 5 büyük markanın daha adını duyacağımızın garantisini verebilirim.
* Peki, dünya otomotiv pazarını idare eden, bu pazarda zaten sadece 14 dev marka bulunuyorken, çok satanlar listesinin başındaki bu markaların derdi neydi?
Özellikle küresel ısınmanın sebep olduğu çevresel felaketlerin boyutu her geçen yıl daha da fazla hissedilmeye başlanmış, Birleşmiş Milletler’in en tepe gündem konusu olmaya başlamıştı. İlk zamanlar sadece 1-2 avrupa ülkesi ve ABD’nin bir kaç eyaleti, küresel ısınmanın artış hızını etkileyen en önemli unsurun ulaşımdan geçtiğini ve yollarda kullandığımız araçların CO2 emisyon oranlarının mutlaka düşürülmesi gerektiği sonucuna varmıştı. Otomotiv markaları mecburiyet hissetmedikçe bu tür bir işbirliğine gitmeyecekleri malum olunca, şehir yönetimleri zorlayıcı kararlar almaya başladılar.
Gelişmiş ülkelerin bir çoğu, otomobilde vergi göstergesi olarak karbon emisyon oranına çoktan geçmişti. ( Türkiye’deki vergi sistemi; eskiden aracın ağırlığına, sonra motor hacmine ve son olarak ta hem motor hacmi hem de fiyat aralığına göre alınmaya başlandı. Henüz tüm motor çeşitlerinde emisyon oranına göre vergi sistemine geçmedik, ama elektrikli ve hibrid araçlar özelinde vergi indirimi gerçekleştirildi.) Bu vergilendirme sistemine göre, yüksek #CO2 emisyon oranına sahip araçtan yüksek vergi alınıyor.
Fakat işin içine bir de motor hacmi kıstası girince, markaların çok satan modelleri bu mengeneden çıkamadı. İkinci adım olarak ta, görünürlük sınırlaması getirilmeye başlandı. Yani, şehir merkezlerine, tarihi -turistik bölgelere ya belli saat aralığı için veya tamamen benzin ve dizel motora sahip araçların girişine yasaklandı. İşte bu iki önlem dahi, otomotiv üreticileri için hatrı sayılır bir pazar kaybına sebep oldu diyebiliriz.
Başta baltık ülkeleri olmak üzere, Almanya ve Hollanda gibi ülkeler, 2030 yılı itibariyle şehirlerinde dizel motorlu araçların kullanımına yasak getireceğini kamuoyuna duyurmuştu. Son olarak geçtiğimiz gün Norveç’te alınan bir karar ile, başkent Oslo’da haftanın 2 günü dizel araçların trafiğe çıkmalarına yasak getirildi. Yasağa uymayanlara para cezası uygulanacağı duyuruldu. Her hangi bir bölgenin motor çeşitliliğine bakılmaksınız araç trafiğine kapalı olmasından farklı olarak, doğrudan dizel otomobiller özelinde şehir trafiğinde yasaklanıyor olması, alınacak kararların nereye doğru gittiğinin tespitinde en güncel örnektir.
Elbette bu durumu fırsata çeviren markalar da oldu. #Tesla yı dışarıda tutarsak, küresel elektrikli otomobil pazarı yine bu otomotiv üreticilerinin gücü ile dönüyor. Çünkü hali hazırda üretim platformları var. Çok noktada değişiklik yapmalarına gerek kalmadan, sadece motor aktarma organlarının değişmesi ile üretim hattını güncellemeleri mümkün. Bu yüzden bir çok markanın elektrikli modeli, genelde konvansiyonel modelin dönüşümü ile pazara adım atmıştır. Son 5 yıldır ise, bu gelişen pazar şartlarından dolayı markalar, tamamen #elektrikliAraçlara özel platformları uygulamaya koymaya başlamış, tasarımından üretim modeline kadar sıfırdan süreç elektrikli ulaşıma dönük olarak kurgulanmaya başlamıştır.
Bu noktada ülkemizi bekleyen tehdit şudur.
Otomotivin kalbi olan Avrupada bu tür önleyici tedbirlerin alınması, pazarın içinde olan bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri çok daha yakından ilgilendirir.
*** Avrupa ülkeleri, kendi sınırları içerisinde dolaşmasına izin vermediği dizel motorlu araçları ne yapacak?
**** Avrupa vatandaşı, yasaklardan önce aldığı dizel motorlu aracı kendi ülkesinde kullanamayacaksa, o aracı ne yapacak?
***** Avrupalı otomotiv üreticisi, kendi kıtasında satamayacağı dizel motorlu aracı (elbette! üretmeye devam edecek) nereye satacak?
Soru:
Gelişmekte olan bizim gibi ülkeleri, birde sınır komşusu isek, bu araçların ucuz pazarı haline getirmeyecek mi? Bu araçlar Avrupa’nın havasını kirletiyor, insan sağlığını etkiliyorsa, satılacağı ülkeleri de kirletmeyecek mi? İşte bizi bekleyen en büyük tehdit bu olacaktır. Bunu görmek için 10-20 yıla da ihtiyaç yok aslında, çok değil 5 yıl gibi bir sürede bu sürecin ayak seslerini duymaya başlarız.
Avantaj noktasında ise çok daha iyimserim.
Çünkü, garip bir şekilde ülkemiz politikası tahmin etmediğiniz durumlarda oyun dışında kalabiliyorken, bazı durumlarda ise çağının ilerisinde hareketler ve hatta kararlar alabiliyor. Bunlardan ikisi Akıllı Ulaşım Sistemler (AUS) ve Endüstri 4,0
Çok detaya girmeden bu iki başlığı özetlemem lazım. Dedim ya, garip bir şekilde bazen çok hızlı kararlar alabiliyoruz. #UlusalAkıllıUlaşımSistemleri stratejisi de bu kararlardan biri. 2014 yılında resmi gazetede yayınlanan bu strateji belgesi ile, ülkemizde bulunan ulaşım türlerinin tümünde, bilgi ve iletişim teknolojileri kullanılarak elde edilen gerçek zamanlı bilgiler aracılığıyla; güvenli, etkin, verimli, yeniliğe açık, çevre dostu, sürdürülebilir ve akıllı bir ulaşım ağına ulaşabilmek amaçlandı. Bu amaçla 2014-2016 ve 2014-2023 yılları arasına dağıtılan eylem planı uygulamaya konuldu. Elbette bu ilk plan değildi, 2006 yılından başlayan çok çeşitli strateji belgelerinin daha detaylı bir plan çerçevesinde hazırlanmış son haliydi.
#Endüstri4,0 ise kısaca Dijital Transformasyon diyebileceğimiz, akıllı fabrika vizyonuyla bugün ki üretimin teknolojik değişimini tarif eden, siber fiziksel üretim tekniklerini tanımlar. Türkiye olarak henüz 2,0 ve 3,0 arasında üretim çeşitliliğine sahipken, geçtiğimiz yıl devlet katında konuşulmaya başlanan bir konu haline gelmesi ve kurumlar arası diyaloğa katılmış olması şahsen bende heyecana sebep oluyor.
Günümüz ulaşım sistemlerini de etkileyen bu kavramların, bugün özellikle birkaç büyükşehir belediyesinin uygulamalarında rahatlıkla görebilmemiz mümkün. Belediyelerin bu taleplerine ise, ulaştırma alanındaki ticari markalarımızın cevap verebiliyor olması, küresel yarışta geride kalmadığımızın göstergesi. Bu çalışmaların bu yüzden ülkemiz için fırsata çevrilmesi gereken noktaları buluyor.
– Elektrikli Ulaşımda küresel bir marka ve oyuncu olabiliriz.
– Avrupa pazarında, yasaklar nedeniyle açılacak ulaştırma boşluğunu, kaliteli ve verimli #Elektrikli toplu taşıma markalarımız ile kapatabiliriz.
– Avrupa’da yasaklanacak ama üretiminden vazgeçilmeyecek olan modellerin, üretim kesişme noktası olabiliriz.
– Avrasya ve arap ülkelerinin örnek pazar modeli olabilir, Elektrikli ve Hibrid Otomobil ile #ElektrikliOtobüs üretimlerimiz ile buralarda tek söz sahibi olabiliriz
Çünkü;
– Elektrikli araç tasarım bağımsızlığına sahiptir. Konvansiyonel araçlara nazaran 2000 adetin üzerinde parçanın bulunmayışı, ağırlık dengesini kurguladığınız sürece, tek platform üzerinde farklı segment aralıklarına hitap edebilen araç üretimi gerçekleştirebilirsiniz.
– Elektrikli araç patent bağımsızlığına sahiptir. Benzin-dizel motorlu araç üretmek için dünya üzerinde birkaç firmanın patentine muhtaçken, elektrik motorunu kendiniz üretebilirsiniz. Açık kaynak yazılımları kullanabilirsiniz.
– Elektrikli araç üretim bağımsızlığına sahiptir. Yapacağınız AR-GE’nin %100’ünü yerli üretime çevirebilirsiniz.
Unutmayalım ve lütfen hatırlayalım;
– 80’li yıllarda benzer şartlar ve aynı kulvarda yer aldığımız Güney Kore bugün, otomobil alanında 2, teknoloji alanında 2 adet dünya markasına sahipler.
– Yine sadece 30 yıl içerisinde dünyanın dibinden çıkan Çin, bugün dünyanın lideri konumundadır.
< Görselden de rahatlıkla görülebileceği gibi, ülkemiz dünya yatırım pastasından yeterince pay alamıyor >
Türkiye’nin bugünden itibaren tek kurtuluş yolu #teknolojiye yapacağı yatırımdır.
Bu teknoloji de iletişim ve elektrikli ulaşımdır. Önümüzdeki bu fırsatı kaçırmayalım.Tek gerçeğimiz budur.
Diğer yazıları ;
> YERLİ OTOMOBİL
> ALMANYA PİL YATIRIMI YAPIYOR, BİZ DİZEL MOTOR YATIRIMI
6 Şubat 2017 Tarihli Dünya Gazetesinde çıkan haberi